Busee
tarafından - Ocak 2, 2020
410 görüntüleme

 

   Hiç şüphesiz ki cemiyet hayatında kadın ve çocuların konumu toplumların uygarlık seviyelerinin belirlenmesinde önemli bir yer tutar. En ilkel medeniyetlerden günümüze değin toplumlarda bu iki gruba tanıdıkları haklar aslında o toplumun insan haklarına bakışını anlamamızı sağlar. Ne yazık ki ataerkilliğin baskın olduğu İlk Çağ medeniyetlerinde kız çocuklarının çldürülmaesi, ömrü boyunca birinin vesayeti altında yaşamak zorunda olması hatta isim verilmeye bile layık görülmemesi gibi vahim örneklere sıkça rastlarız. Bunun yanında bir kadını öldüren katilin cezaya çarptırılmadığı toplumlara bile rastlamak mümkün. Öyle ki kadın ve çocuklar sadece baba için çalışabilir, kocası kadını istediği zaman boşayabilir, hatta bir erkek öldüğünde karısı da yanında diri diri toprağa gömülür. 

     Peki tüm bunlar yaşanırken Türk toplumlarında kadına verilen değer ne durumduaydı? Göçebe olmakla kümsenen, uygarlık tarihine katkısı olmadığı gerekçesi ile hakkında önermeler üretilen Türkler aslında diğer tüm medeniyetlerde daha üstün bir seviyedeydi dememiz hiç de yanlış olmayacaktır. Çünkü Türk halklarında kadına verilen değere günümüzde bile hemen hiç bir uygarlıkta rastlayamıyoruz. Gelin tarihten bu güne Türklerde kadına verilen değeri birlikte inceleyelim;

     Öncelikle diğer toplumlarda kadının yerinden biraz bahsetmek istiyorum.

  • Çinlilerde kadın, insan sayılmaz, ona isim vermeye bile gerek görülmezdi. Bunun yerine kız çocukları numaralandırılır ve hayatı boyunca bir erkeğin varlığı ve otoritesine mecbur bırakılırdı. 

  • İngiltere'de XI. asra gelene kadar kadınlara adeta bir mal muamelesi yapılmış, hatta Hristiyanlarca kadına şeytan gözüyle bakılmıştır. Öyle ki kocalar istediklerinde kadınları satma hakkına bile sahiptir ve kadınlar "murdar" varlıklar oldukları için İncil'e el sürmesi, dini öğretileri dinlemesi bile yasaktır ta ki Hanry döneminde(1509-1547)  kadınara incili okuma hakkı verilinceye kadar.  

  • İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken şu sözleri söyler ; “Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”

  • Eski Romalılar ise kadını her kötülüğün anası olarak görür ve bir kadınla evliliği benimsemezler. Bir kadın doğum yaptığında, eğer doğan çocuk kız ise veyahut sakat ise kocasının onu ölme hakkı bile vardır. E tabi kocası öldüğü zaman da kaına miras bırakılmaz, kadın ev işlerini ihmal ettiğinde onu boşayabilirlerdi. Hiç bir kadın mahkemeye gidemez, dava açamaz, hatta şahitlik bile yapamazdı.
  • İran'da ise kanların bozulmaması adına yakın akrabalar ile evlilikler bgenimsenmis hatta anne ve kız kardeş ile evlilik teşvik edilmiştir.      

  • Cahiliye Döneminde Araplar kız çocuğa sahip olmayı onursuzluk saymış ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüşlerdir.

  • Hintlerde ise evlenmenin asıl amacı babasına varis olabilecek, aile dinini sürdürerek babasının günahlarının affedilmesini sağlayacak bir erkek çocuğa sahip olmaktan başka bir şey değildir. Erkek çocuk aile için tam bir saadet sembolü iken kız çocuk ise felaketten başka bir şey değildir. Bir erkek çocuğa sahip olmak onlar için o kadar önemlidir ki eğer koca kısır ise eşinin başka bir erkek ile birleşip ona bir çocuk doğurmasına izin verilirdi.Kocalarının ölmesi durumunda dul kalan kadınlar tekrar evlenemez, hatta kocasının öbür dünyada da onun sevgisine ihtiyacı olduğu gerekçesi ile öldürülür ve kocasının üzerinde yakılırdı. Kocasının üzerinde yakılan bu kadınlar sadık, sevgideğer bir eş olarak kabul görürdü. 

Tüm bunlar ışığında Türk Toplumlarında kadının yerini hep birlikte inceleyelim;

Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişler

    İslamiyet öncesi Türk toplumlarına ait bilgilerimiz M.Ö. 4000-4500 yıllarına kadar ulaşmaktadır. Türk toplum yapısını anlamak için evvela Türk dilini analiz etmemizde fayda var zira hiç bir Türk dilinde cinsiyetçi kelimeler bulunmamakta. Çünkü Türk kültüründe ayrımcılığa rastlanmaz. Bunun yanında ilk şamanlar bile kadınlardan oluşur hatta bu kadın şamanların toplumdaki en güçlü ruhsal liderler olduğuna bile inanılır. Türk aile yapılarına bakıldığında ataerkil olmadıklarını görürüz. Tengri kelimesinin ifade ettiği herhangi bir cinsiyet bulunmaz. Ana tarafından olan "dayı", "tagay", "kufduk", "teyze" gibi akrabalık adları bulunur ancak baba tarafından olan akrabalık adları Türk lehçelerine daha sonraki dönemlerde girmiştir. Türkler önem verdikleri hakları "ana hakkı" olarak adlandırmakta ve bunu da "Tanrı Hakkı" ile eşit tutmaktadır. Tüm bunların yanında da devlet yönetiminde en önemli kişi olan Kağan'ın kararı, Hatun yani eşi bunu onaylamadığı sürece geçersiz sayılmaktadır.

Gelin bu bu güzel uygarlıkları daha yakından tanıyalım;

 

Türk Devletlerinde Kadının Konumu

Orta Asya Türk Devletleri'nin hepsinde(İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) de kadın önemli hak ve yetkilere sahiptir ve bunun  yanında da her kadın erkekler gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilir. Bu sebeple de bu göçebe kadınlar her savaşta erkekleri ile birlikte yan yana çarpışır düşmanlarıyla. Türk Devletleri'nde kadınlar bu faliyetleri öyle büyük bir hassasiyet ve önem ile yürütmişlerdir ki sonucunda da çok büyük yetkilere sahip olmuşlardır. Öyle ki  Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile yapılan ilk barış antlaşmasını bile Mete Han'ın Hatun'u imzalamıştır.

Kadınsız Hiçbir İş Yapılmazdı

Hunlarda erkek-kadın ayrımı yapılmaz, kadın ve erkeğin tamamlayıcısı olarak görülürdü ve bu sebeple de kadın olmadan asla iş yapılamazdı. "Hakan buyuruyor ki" ifadeleriyle başlayan emirnameler bile geçersiz sayılır, kabul edilmezdi. 

Yabancı bir devletten gelen elçinin sadece hakanın huzuruna çıkması yetmez, elçi kabulü sırasında mutlaka hatunun da orada olması gerekirdi. Bazı durumlarda ise hatun tek başına elçiyi kabul ederdi. Örneğin; Avrupa Hun Ülkesi tarafından gönderilen elçileri Atilla'nın eşi olan Arıg-Han kabul eder, devlet işlerini görüşürdü. Kabul törenleri, ziyafetler, şölenlerde hatun hep hakanın sol tarafına oturur, siyasi, idari konulardaki görüşleri dinler ve sonrasında fikrini beyan eder, harp meclislerine katılırdı.

 Türk Mitolojisinde Kadın

Türk mitolojisine bakıldığında ise kadın kainatın yaratılmasına sebep olan ilham kaynağı olarak tasvir edilmiş ve çok yüksek bir mevkide tasvir edilmiştir. Destanlar incelendiğinde de kadın adeta ilahi bir varlıktır ve erişilmesi, dokunulması, koklanması , özetle beş duyu ile algılanması mümkün bile değildir. Hatta Yaratılış Destanı'nda Ülgen(Tanrı)'e dünya ve insanları yaratması konusunda fikir ve ilham veren kişi "Ak Ana" isimli bir kadından başkası değilidir. Oğuz Kağan'ın ilk karısının, karnlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısının ise  kutsal ağaçtan doğan insan üstü varlıklar olduğuna inanılır.

Türk mitolojisinde bulunan tanrıçalardan bazıları şöyledir:

  • Ak Ana: Ülgen’e sonsuz sulardan gelerek “Yaratma” emrini veren tanrıçadır

  • Umay Ana: Çocukları ve hayvanları koruyan tanrıçadır.

  • Ayısıt: Güzellik tanrıçasıdır. Çocuklara ruhlarını verir.

  • Kübey Hatun: Doğum tanrıçasıdır.

  • Asena: Yol gösterici, lider tanrıçadır

  • Ötügen: Devleti koruyan ve hakimiyeti sağlayan tanrıçadır.

Göktürklerde ve Uygurlarda Kadın

Göktürklerde ve Uygurlarda Hatun devlet işlerinde  kocası Kağan ile birlikte söz sahibidir ve emirnemeler yalnızca Kağan namına değil, Kağan ve Hatun namına imza edilir. Orhun Kitabeleri'nde devlet işlerini çok iyi bilen Katun(Hatun)lardan çokça söz edilir. Kağanın hanımı olan Hatun tıpkı Kağan gibi töre ile bu makama oturur ve ülkeyi Kağan ile birlikte yönetir.

Orhun Kitabe'lerinde sık sık "Hakan ve Hatunun Buyruğu" ifadeleri ile başlayan cümlelere rastlamamız mümkündür ki bu ifadeler de bize İslam Öncesi Türk Devletleri'nde kadının da yönetimde olduğunu gösterir.

Kutluk Devleti'nin yöneticileri olan Bilge Kağan ve Kültigin adına dikilen abidelerde hatunun halktan farklı olduğu şu şekilde ifade edilir; Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatunu (Tanrı) halk içerisinden çekip yukarı çıkarmış Bu ifadeler Orta Asya Türklerinde kadının siyasî ve toplumsal bakımdan konumunun göstergesidir

 Devlet Yönetiminde ve Orduların Başında Kadınlar

Devlet siyasetine yön veren kadınlara rastlamak da mümkün. Örneğin; Sabar(Sibir)ların kağanı olan Balak HAn öldüğünde yerine eşi olan Boarık Hatun geçer ve Boarık Hatun 100.000 kişiden oluşan Sabar ordusunu yöneterek Bizans İmparatoru I. Jüstinianus'u dize getirmeyi başarmıştır.

Tabi başka örneklere de rasrtlamak mümkün, mesela; ıı. Göktürk Kağanlarından Bilge Kağan öldüğünde yerine tahta çıkan oğullarının devleti iyi idare edemediğini gören Tonyukuk'un kızı olan annesi Po-Fu devlet işlerine müdahale etmeye ve yol gösterici olmaya başlar.

 İbn-i Fadlan'ın Eserinde Türk Kadını

 Henüz İslamiyeti benimsememiş olan İtil (Volga) Bulgarlarına seyahat eden İbn-i Fadlan kendi eserinde, Türk toplumunda kadınların yeri ve öneminin şaşırtıcı bir durumda olduğunu itiraf etmekte ve bu hayretini gizleyememektedir. 

Fadlan, Hatun'un hükümdarın yanında oturduğunu, bunun Türklerin âdeti olduğunu, Hatun'a hilat giydirilince Hatun'a ait kadınların, hatunun üzerine gümüş para saçtıklarını, Türk kadınlarının asla erkeklerden kaçmadıklarını haber vermektedir.

 Destanlarda Kadınlar

Dede Korkut hikâyelerinden biri olan "Deli Dumrul hikâyesinde” Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden "canını vereceğini" söylemiştir. 

Ayrıca Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinden olan Bamsı Beyrek hikâyesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel örneklerden biridir. 

Bir başka örnek ise Selcen Hatun'dur. Selcen Hatun düşmanların gece kocasına baskın yapmasından korkmaktadır. Kocasını uyarır, savaş başlar. Mücadele esnasında kocasının atı yaralanır. Savaşa hazır bir şekilde kenarda bekleyen Selcen Hatun atını düşmanların üzerine sürer ve düşmanları kılıçtan geçirmeye başlar. 

Yine Manas Destanı‟nda ise kahraman Manas'a zehir verilerek atıldığı çukurdan kurtaran eşi Kanikey Hatun ile oğlu Uruz‟u kurtarmak için düşman ile savaşan Kazan Bey‟in karısı Burla Hatun kadın kahramanlardan bir kaçıdır.

 Türk Kadınlarının Bizans Devletine Etkisi

Yine bir Hazar prensesi olan Çiçekion, gelin olarak Bizans sarayına gittiğinde giydiği elbise saray ve çevresinde moda haline gelir. Fakat daha da önemlisi şudur: İmparator II. Justinianus ve V. Kostantinos, Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir.

Konstantinos'un Hazar prensesinden doğan oğlu, tarihte “Hazar Leon” lakabı ile tanınmıştır. Aynı zamanda bu kişi, Hazar hakanının torunu olmaktadır. Bizans imparatorları yaptıkları bu evliliklerle bazı meselelerde Hazarların desteğini almayı düşünür.

Hazar Leon'un karısı Iren'ın daha sonra Augusta veya bir imparator naibi olarak değil, tek başına ve tam selahiyetli “Basileus” kabul ve ilan edilmiştir. İşte bu olay, Hazar Türk kadınlarının Bizans devletine olan siyasi tesirini göstermesi açısından önemlidir.

 Abbasiler Devleti’nde Türk Kadını

Türk kadınının tarihten getirdiği bu geniş yetki, pek önemli yer ve statü, İslamî geçiş döneminde dikkat çekici bir durumu beraberinde getirir. İslam-Arap devletlerinin alışık olmadığı bazı olaylar yaşanır. 

İşte bu ilginç olaylardan biri de bazı Türk kadınlarının, bir Arap-İslam devleti olan Abbasi devleti yönetiminde söz sahibi olmalarıdır.. Abbasi Devletinde yönetimde söz sahibi olan Türk kadınlarından birisi ve ilki Meracil Hatun'dur.

Meracil Hatun ile birlikte Türk kadınlarının Abbasi sarayındaki faaliyetleri başlamıştır. Meracil Hatun‟dan sonra zikredilmesi gereken diğer bir kadın da Maride Hatun'dur. 

Bir başka örnek ise: Cafer, el-Muktedir Billâh' ın annesi  Şağab Hatun'un devleti 25 yıl boyunca yönetmesidir.

Bu kadınların inanılmaz derecede bir zenginliği vardır ve  vezirlerin atanmasından bazı kanunların çıkarılmasına kadar etkili olabilmişlerdir. Bunları yapabilmek bir siyasi zekâ ve tecrübe istediğine göre söz konusu kadınların da bu özelliklere sahip olduğu rahatlıkla söyleyebiliriz.

İslam dininin kabulü ile Türk toplum hayatı üzerindeki etkilerine bakıldığında Türklerin İslamı kabul etmeleriyle sadece dinî inanışları değişmemiş ayrıca toplumda siyasal ve toplumsal değişiklikler de yaşanmıştır. Türk insanı İslam‟a girdikten sonra bir taraftan kendi örf ve adetlerini korumaya çalışırken bir taraftan da Arap, Fars ve ileriki dönemlerde Bizans kültürünün etkisine maruz kalmışlardır.

 Büyük Selçuklu Devleti'nde Kadın

İlk Müslüman Türk devletleri hanedanlarına mensup kadınlar, özellikle siyasî ve idarî hayattaki ağırlıklarını muhafaza etmiş ve zaman zaman gereğini yerine getirmiştir. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil geçici veya devamlı olarak başka bir şehirdeki sarayda kalırlar, sultanla birlikte otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çaplı idarî ve askerî teşkilat, özel bir hazine, özel bir vezir ve diğer görevliler bulunurdu.

Hatunlar yeri geldiklerinde bulundukları yerden ayrılarak sultanın yardımına giderlerdi. Örneğin; Tuğrul Bey, Hemedan Şehrinde üvey kardeşi İbrahim Yınal tarafından kuşatılınca Tuğrul Bey'in eşi Altuncan Hatun'un emrindeki Oğuzlarla Bağdat'tan kocasının yardımına gitmiştir.

Terken unvanı ile anılan bu hatunların kendilerine ait yurtlukları, divan teşkilatları, askerleri ve önemli gelirleri olan hazineleri vardır. 

İslâmi dönem Türk toplumlarında ve devletlerinde de kadın, sosyal hayatta da sahip olduğu haklarını korumuş ve devam ettirmiştir. Ailede anne nüfuz sahibidir ve görüşleri dikkate alınmaktadır.

Fakat Anadolu‟ya gelindikten sonra devlet sisteminde bir takım değişiklikler yapılmış, Büyük Selçuklularda olduğu gibi büyük toprak parçaları ıkta olarak verilmemeye başlanmış, idarî konularda kadının rolü en aza indirgenmiş, aşiretler parçalanarak toprağa iskân edilmeye başlanmış ve Farsça devletin resmî dili olmuştur.

 Osmanlı İmparatorluğu'nda Kadın

Kuruluş dönemi sultanların eşleri de toplumla irtibatı kesik olarak saraylarda yaşamamışlar, eşleri ile birlikte sosyo-politik hayatın içerisinde yer almışlardır.. Sultan eşleri kaç-göç olayı olmaksızın yabancı erkeklerle görüşebilme özgürlüklerine sahiptirler. 

Örneğin; Orhan Bey‟in eşi Nilüfer Hatun, Kuzey Afrikalı gezgin İbn-i Battuta'ya ikram ve iltifatlarda bulunmuştur. Müslüman olan Nilüfer Hatun Bursa'da bir tekke, mescit ve Bursa‟dan geçen bir çay üzerine bir köprü yaptırmıştır. 

Sultan I. Murad'ın kızı Melek Hatun veya Selçuk Hatun ilk dönem Osmanlı siyasetinde yer almaktadır. Sonraki dönemlere bakıldığında Kanuni dönemi ve sonrası Hurrem Sultan veya Mihrimah sultan ve Esma sultanlar gibi padişahların hanım ve kızlarının devlet içerisindeki etkileri tartışılmaz derecede güçlüdür. 

Hatta kadınların Osmanlı sarayında nüfuz mücadelelerine girdikleri tarihi bir gerçektir.

 Osmanlı'da Bir Kadın Teşkilatı

Kuruluş döneminin en önemli teşkilatlarından biri Bacıyan-ı Rum teşkilatıdır ki bu teşkilat içerisine dâhil olan kadınlar iskân faaliyetlerinde de bulunmuşlardır. Bu amaçla Ahiler gibi çeşitli zaviyeler açmışlardır.

Kanuni devrine ait Defterî Hakanî kayıtlarında, 718 No.lu Menteşe defterinde 63, 74, 32, 81 no.lu belgeler “Kız Bacı”, "Sakarî Hatun”, “Hacı Fatma Zaviyeleri” gibi hatun zaviye Şeyhlerinden örnekler verilmektedir. 

Bacıyan-ı Rum teşkilatı içerisinde bulunan kadınlara nasıl ki Ahilikte erkeklere ''eline-beline-diline sahip ol'' öğüdü verilmişse, Bâcıyân-ı Rûm teşkilâtı içindeki kadınlara da “aşına-eşine-işine sahip ol” öğüdü verilmiştir.

 Günümüz Türk Toplumunda Kadın

Binlerce yıllık serüvenin geldiği son nokta..

Gezici Araştırma Şirketi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle yaptığı araştırmayla göre:

Kadınların yüzde 75’i “hayatınızdan mutlu musunuz” sorusuna “hayır” yanıtını verirken, yüzde 42’si istemediği halde eşi tarafından cinsel ilişkiye zorlanıyor. Evlenen kadınların sadece yüzde 36’sı kendi isteğiyle ve seçtiği kişiyle evlenmiş...

Yani kısacası;

Türkiye’de kadın olmak, şiddetin her türlüsüne maruz kalarak dünya istatistiklerinde ilk sıraları almak da olabilir, ana sıfatıyla taçlanmış Toprak gibi bereketli olmak da. Kadın olmak, doğduğunda herkesin sessizleştiğine dair deyişlerin öznesi olmakla da birdir, yuvayı yapmanın sorumluluğunu taşımakla da.

Türkiye’de kadın olmak, eşitlikten bahsedince “çirkin feminist” diye aşağılanmak, kendini ifade ettiğinde “hafif meşrep”likle suçlanmaktır.

Türkiye’de kadın, acemisi olduğumuz bir kelime. Çoğu kadının bedeninden utanması bir yana kadın demeye utanır kimileri, “bayan” vardır en nazik söylemlerde. Daha samimisi “bacı olur belki.

 

 

 

 

Yayınlanan: Nedir, Kimdir, Aile & Ev
Beğen (1)
Yükleniyor...
1