Busee
tarafından - Şubat 9, 2020
540 görüntüleme

 

 

Tam 9 sene olmuş bu henüz eşi doğmamış ve doğsa bile onun gibi olmayacak dizimiz doğalı.

Eflatun yapım tarafından yapılmış, TRT1’de 3 sezon yayınlanmış ancak bir final bile yapamadan ayrılmıştı aramızda hatırlarsınız. Yapımcıları yönetmen ve oyuncuları 3-5 bölüm takılır gideriz diye başlamış bu absürt komedinin en güzel örneğine ancak gelin görün ki girmedikleri ev, fethetmedikleri gönül, dokunmadıkları kalp kalmadı desek abartmış olmayız sanırım. Hani öyle her bölümü birbirine benzeyen, buram buram entrika kokan, zengin abilerin yapay hayatlarını anlatan kokuşmuş dizilerden değildi Leyla ile Mecnun.

Sadece ekranlarda yer aldığı dönemdeki kuşağa değil hemen her kuşağa hitap edebilecek ender dizilerden oldu kendisi. Heyecanı, macerası, Mecnun Çınar’ın kahramanlıkları bitmeyen bölümlerle bağladı bizi kendisine, İsmail abinin gemisini bekledik her bölümde. Hırsız Yavuz’un televizyonlarını kucakladık, Erdal Bakkal’da sıcacık sallama çaylarımızı içerken de İskender’in yolda kalan arabasını ‘şu yokuş2ta vurdurduk. Her bölümde bir yandan hüzün kapladı içimizi, bir tarafımız kıpır kıpır olurken bir yandan da tam bir sevgi yumağına dönüştük.

Yapay ilişkileri bir kenara bırakıp gerçekten sevmeyi öğretti bize Leyla ile Mecnun.

Ailenin ne demek olduğunu öğretti bize, arkadaşlığın önemini öğretti, aşkı öğretti. Her şeyden önce de çıkarsız da insanların birbiri ile var olabileceğini öğretti bize o güzel yürekli samimi insanlar. Her umutsuzluğun, her çıkmazın içinde biraz da olsa umut ışığı olduğunu öğretti. Düşene tekme atmayı değil, düşeni kaldırmak için savaşmayı öğretti bize.

Umudu öğrendik onlardan, karanlığın içine gizlenmiş ışığı görmeyi, bizim gibi olmayanı da sevmeyi, sevdiklerimiz için sınırları zorlamayı, şiir okumayı öğrendik. Bazen mutlu etmek için bile olsa pembe yalanlara sığınmamak gerektiğini öğrendik.

O kadar çok şey öğrendik ki, aslında her karakter bambaşka dersler verdi bize hayata dair. Evet türü bir absürt komediydi ama bir o kadar da  hayatın içindeydi. Bir yandan ‘yok artık daha neler’ dedirtirken bize bir yandan da tam olarak bizi anlattı bize.

Biz aşık olduk Mecnun’la, Leyla için neler yapmazdık ki? Uzaya çıkmazdık mesela ama o kadar olası geldi ki bize Mecnun’un Leyla’sı için uzaya çıkması ya da düşmesi çöllere..

Peki hiç mi beklemedik asla geri dönmeyeceğini adımız gibi bildiğimiz birini ya da bir şeyi. İsmail Abi biz değil miydik aslında? Renkli elişi kağıtları ile süsleyip şaşalı göstermeye çalıştığımız hayatlarımızda aslında içten içe acımadı mı canımız? peki ya İsmail Abi'nin genlerinde hangimiz kaybolup gitmedik?

Peki şiir okumayan insanı sevebilir miyiz gerçekten? Hırsız Yavuz’un şiirlerinde kaybolup giden insanlar değil miydik biz? Hangimizin ağzına takılmadı ki şu replik; “Aşk olsun abi, ben öyle bir insan mıyım?”

İskender’den vurdumduymazlığı altındaki o her şeyi kafaya takar tavrı o kadar yakındı ki bize sanki bizim evde de aynı öyle bir insan yaşıyormuş gibi.

Hangimizin Erdal Bakkal gibi bir arkadaşı yok ki? Hem sadık hem de ne yapacağı belli olmayan, bir yandan çok düşünceli ve içli öte yandan ise herkesi tek kalemde silmeyi göze almış.

Peki yedek olmadığımız bir dönem hiç mi olmadı bu hayatta? Yedek Kamil’in umuduyla hiç mi yaşamadık biz de?

Ak Sakallı Dedemiz hiç mi olmadı peki? Bize doğru yolu göstermeye çalışan.

Farklı bedenlerde aynı kişiyi aramadık mı hiç? Aşık olmayı değil de aşkın kendisini sevmedik mi? Ya da vazgeçmek zorunda kalmadık mı en sevdiğimizden?

Tam bir absürt komedi dizisiydi Leyla ile Mecnun ama tüm uçarılılıklarına, saçmalıklarına, ‘yok artık’ larına rağmen bizdi, bizdendi, sanki evimizde yaşayan biriydi.

Samimiydi çünkü,  uçmadın havadan, yapay karakterlere asla barındırmadı içinde ki zaten  barındırsa bu denli fethedebilir miydi gönülleri? Sanmam.

Tüm samimiyetiyle, hüznüyle, sevinciyle, umuduyla bir Leyla ile Mecnun geçti ömrümüzden, iyi ki de geçti. Evladiyelik, babadan oğula aktarılacak bir başyapıt adeta. Büyük küçük demeksizin her kitleye hitap edebilen, defalarca da olsa sıkılmadan izlenebilen ve her izlendiğinde bambaşka bir detayı ile karşılaşılan ender yapımlardan.

Bir Leyla ile Mecnun geçti ömrümüzden.

Güldürdü, ağlattı, düşündürdü, heyecanlandırdı, bazen de uzaklara daldırdı. O duygusal müziği ile içimizi parçaladı. Sosyal mesajlarını eksik etmedi bölümlerinden, yanlışları da eleştirmeden geçmedi hani.

Çok şey yazılır, üzerine daha çok konuşulur, günlerce tartışılır, yazılır, çizilir. Ne kadar anlatsak, günlerce de konuşsak kafi olmaz bu eşi benzeri olmayan yapımı anlamaya, anlatmaya.

Bir hastanede aynı gün doğan iki bebekle başlamıştı hikayemiz, olayalar biraz sarpa sardı bir ara, tam her şey yoluna girecekti ki ne yazık ki bize finalini bile sunamadan ayrılmak zorunda kaldı aramızdan.

Öyle çok sevildi, öyle çok beklendi ki sırf finalini yapabilmek için başka bir kanalda bambaşka bir formatla toplandı aynı kadro, orada anlattı bize finalini. Fakat ne anlatmak, bu sefer tam anlamıyla dağladı yüreğimizi. Aslında Mecnun’un felçli olması, Leyla’ların izlediği dizilerdeki oyuncular olması, İsmail Abi’nin Mecnun’un Japon Balığı olduğu için hep öyle renkli giyinmesi, Hırsız Yavuz’un İskender’in Mecnun küçükken bahçeye diktiği ve Yavuz adını verdiği ağacın gölgesi olması ve evlere hep gece girmesi. . Ve daha nicesi..

Diyoruz ya Leyla ile Mecnun öyle anlatılmaz, hani ‘izledim de pek ısınamadım’ diyeni de bulamazsın öyle kolay kolay. Koca ülkeyi tek bir noktada buluşturmayı başardı desek bile abartmış olmayız bence.

Neyse lafı çok da uzatmadan dokuzuncu yaşını kutlayalım Leyla ile Mecnun’umuzun. Sizleri hala aramızda görmek isterdik elbet ama güzel geldiniz hayatımıza, umut ışıklarınızla, daha önce hiç görmediğimiz renklerinizle geldiniz. İyi ki de geldiniz. Bir daha gelmek ister misiniz bilmem ama bu üç sene bizim için bedeldi bir ömre.

 

 

 

Bunu beğenen ilk kişi ol.