Sevim Kara
tarafından - Şubat 22, 2020
246 görüntüleme

 

Şu Kalesi; Balasagun yakınlarında, genç bir Hakan olan Şu tarafından yapılmış bir kaleydi. Ne var ki Hakanın sarayı Balasagun'da idi. Kalede ve Balasagun'da, o çağların en güçlü, en büyük ordusu bulunuyordu. Şehir varsıldı. Öyle ki, her gün, Şu Hakanın sarayının önünde, ordu beyleri için 365 nöbet vurulurdu.

Bu sıralarda, bir ismine de "Zülkarneyn" denilen Makedonya Kralı İskender; ünlü Doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine doğru önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş, ülkesini ellerinden almıştı. İskender, Semerkand'e kadar gelmiş ve burayı da geçip Türklerin yaşadığı ülkelere doğru ilerlemişti.

İskender'in, Balasagun'a ve Şu Kalesine doğru yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu'nun gözcüleri gelip bildirdiler. Dediler ki:

"İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral, ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne gelen ülkeleri dize getirmiş, yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Savaşalım mı?"

Genç Hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi göründü. Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti. Yiğitler kimseye görünmeden, gizlice gidip Hucend Irmağı'nın kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri haberden, Hakanlarının kaygılanıp yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı. Hakanın gönlü rahattı.

Hakan Şu'nun bir havuzu vardı; gümüştendi. Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı. Her yere taşınabilecek biçimdeydi. Bunun için Hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi.

Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini izlemek Hakan'ı dinlendirir, dinlenir iken seferle ulusunun geleceği ile ilgili taşanları hazırlardı.

Haberciler geldikleri zaman yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları izleyip dinleniyordu.

Habercilerin:

- Nasıl buyurursunuz? İskenderle savaşalım mı? diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu, havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi:

- Görüyor musunuz, Kazlarla ördekler suda nasıl güzel güzel yüzüyor; nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar? dedi.

Haberciler, Hakanlarının bu sözünü olağandışı karşıladılar; ona kuşku ile baktılar. "Herhâlde Hakanımızın hiç bir hazırlığı yok; ne yapacağını bilemiyor." diye düşündüler. O sırada İskender, Hucend Irmağı'nı geçmişti.

Vakit, gece yarısına geliyordu. Hucend Irmağı'nın kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen Genç Hakanın en güvendiği kırk yiğit, yıldırım hızıyla atlanıp Şu kalesine geldiler; gece vakti İskender'in Hucend suyunu geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şu'ya haber verdiler.

Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine birden gece yarısı göç davulunun çalınmasını buyurdu. Davulun çalınmasıyla birlikte, Doğuya doğru hızla yola çıktı.

Bu durum, halkı şaşırttı. Hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üzerine korktular. Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları ata atlayan halk Hakanla birlikte yola düştü. Sabah olurken, şehirde hemen hemen hiç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu.

Bütün halkın, Hakan Şu'nun arkasından gitmiş olmasına karşın, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden Şu Kalesi'nde kalmışlardı.

Bu yirmi iki kişi, ne yapacaklarını düşünürken yanlarına iki kişi daha geldi. Kap kaçakları toplamışlar, sırtlarına yüklenmişler, öyle taşıyorlardı. Yorgundular. Yine de pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler. Ayrıca:

- İskender dedikleri her kim ise, burada uzun süre kalamaz: geldiği gibi geri dönüp gider. Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır, diye ısrar ettiler.

Bu yüzden bu iki kişinin ismi "Kalaç" oldu, kaldı; bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları "Kalacı" ismiyle anıldılar. Ne var ki bu iki kişi, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskender'in geldiğini görmediler.

İskender gelip de uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce: "Türk mânend" dedi. "Bunlar Türk'e benziyorlar" demişti. Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının ismi "Türkmen" olarak kaldı. Giden iki kişi gittikleri için tamı tamına Türkmen sayılmadılar. Yirmi dört boydan yirmi ikisi "Türkmen", kalan ikisi "Kalaç" diye bilindi.

Bu olaylar gelişe dursun, öte yandan Şu Hakan ordusu ve yanında gidenlerle birlikte Çin sınırına kadar yürümüşlerdi. Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender'i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi soydaşları arasında bulunduğu için İskender'den daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü. Bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender'in üstüne yolladı. Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, deneyimlerinin olmadığını ileri sürdü. Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi. Şu Hakan vezirine hak verdi ve yaşlı, deneyimli bir Subaşını askerleriyle birlikte gönderdi.

Bunlar, bir zaman sonra İskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar. Türk erleri, İskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı. Çok kanlı bir baskındı bu; ölüm kalım konusuydu. İskender'in öncü birlikleri bozguna uğradı. Türk erlerinden biri, İskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın dolu bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender'in askerinin kanıyla bulanmıştı. Ertesi sabah güneş ışıkları, bu kanlı altınları parıldattı. Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp "Altın Kan!. Altın kan!." diye bağırıştılar. O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın ismi "Altun Han Dağı" oldu ve öyle söylenip geldi.

Baskından sonra Şu Hakan ile İskender bir daha savaşmadılar, barış yaptılar. Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi. Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı. Uygurlar ile öteki Türk boyları şehirlere yerleşti. Şu Hakan da Balasagun'a döndü. Şu kalesini sağlamlaştırdı, şehri geliştirdi. Bütün bunları yaptıktan sonra bir de tılsım koydu. Bu tılsım öyle bir tılsımdı ki her yanda duyuldu. Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler, şehri aşamadılar.

Yayınlanan: Eğitim
Bunu beğenen ilk kişi ol.